Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, Avukat Onur Cingil ile iptal edilen İstanbul Adaları Koruma Amaçlı İmar Planı'nı ve sonrasında izlenecek süreçleri ele alıyorlar.
D.T.: Merhabalar, Apaçık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programındayız. Ben Derya Tolgay.
N.S.: Ben Nevin Sungur, merhabalar.
D.T.: Biliyorsunuz, İstanbul Adaları Koruma Amaçlı İmar Planı iptal edildi. Bugün, bu iptal kararı sonrasında izlenecek süreci konuşacağız. Bu arada küçük bir hatırlatma da yapmak istiyorum; Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın yaptığı imar planları için biz, Adalı ve İstanbullu yurttaşlar olarak ‘Hazırlanan bu plan kamu yararını değil, özel şirketlerin çıkarını gözetiyor; plan rant planı değil, koruma planı olmalıdır’ diyerek 20 Ekim 2023'te İstanbul Bölge İdari Mahkemesi'nde dava açmıştık. Bu süreçte ayrıca başka birçok kişi, kurum tarafından da farklı davalar açıldı.
Adaların Koruma Planı iptal edildi ama haliyle plansız bir bölge çeşitli tehlikelere de açık demek oluyor. Yanlış hatırlamıyorsam, 1984'ten bu yana plansız geçiş dönemi süresinde Adalar, yapılaşmanın getirdiği uygulamalarla değerinden çok şey kaybetti. Bu yüzden planların Adaların benzersiz doğal ve kültürel mirasının korunarak geleceğe miras bırakılabilmesi için planların acil olarak ve titizlikle yeniden hazırlanması gerekiyor - kaybedecek vaktimiz yok! Daha sonraki programlarımızda bu konuyla ilgili olarak hem belediyeden, hem de şehir plancı bir uzmandan görüş alacağız, değil mi Nevin?
N.S.: Evet, tabii bu konuyu da takip etmemiz gerekiyor. Aslında bu konu hakkında konuşmanın da tam zamanı çünkü konu çok teknik ve son derece detaylı olduğu için farklı açılardan ele alınması gerekiyor. Bugünkü programımızda bu konunun hukuki yönünü konuşacağız.
D.T.: Bugünkü konuğumuz, açtığımız davaların gönüllü avukatlığını üstlenen kıymetli avukat Onur Cingil. Hoş geldiniz Onur Bey.
Onur Cingil: Hoş bulduk, iyi yayınlar. Davet ettiğiniz için teşekkür ederim.
D.T.: Yoğun temponuz içinde bize de vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Siz, yereldeki dayanışma örgütlerine; hem sivillere, hem de STK'lara çok değerli destekler veriyorsunuz. Validebağ Dayanışması, bunların en önde gelenlerinden. Açtığımız davada da bize yol göstericilik yaptınız. Ben çok kısa olarak sizi tanıtmak istiyorum. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdiniz. Yüksek lisansınızı yine aynı fakültenin Özel Hukuk Bölümü’nde tamamladınız. Milletlerarası hukuk alanında da tez çalışmanız var.
Şimdi hemen başlayalım ve öncelikle planın iptal gerekçelerini konuşalım dilerseniz.
N.S.: Evet, bence de. Bize bu iptal kararının hukuksal açıdan ne anlama geldiğini anlatırsanız çok iyi olur.
O.C.: Sizin demin hatırlattığınız mücadelelerimizden biri olan Validebağ için bugün İstanbul Valiliği’ne davet edilmiştik. Bu mücadeleler ne kadar büyük olursa devlet kurumları tarafından isteyerek ya da istemeyerek muhatap alınabiliyorsunuz - bunu da bir not olarak düşmek isterim.
Adalar, tarihsel ve kültürel anlamda çok önemli. Bu yüzden de mevcut kanunlar bize, özel statüsü olan Adalar’la ilgili olarak normal bir plan değil, koruma amaçlı bir imar planı yapmayı öngörüyor. Örneğin Validebağ için de bu böyle olmuştu; orası da koruma amaçlı imar planları öngörülen bir yerdi. Bu, aslında koruma amaçlı bir kavram üzerinden gidildiği için güzel bir şey ama uygulamada bu böyle olmuyor maalesef. Türkiye’de planlar korumama amaçlı yapılıyor, çok fazla koruma planları olmuyor. Bunun nedenlerini de şöyle sıralayabiliriz: Özel statülerin dikkate alınmaması ya da topyekûn süreçlere bakılmaması; acele edilmesi; farklı disiplin ve branştan insanların bir katkı yapmaması ya da bunun kağıt üzerinde kalması; konuyla ilgili olarak toplantı ya da çalıştayların yapılmaması; rant odaklı süreçlerin devreye girmesi... Adalar’daki sorun da aynen bu.
Bir de şunu söylemek lazım; bu tip yerler için kullanılan ‘Koruma Kullanma Dengesi’ adı verilen bir kavram var ki uluslararası bir literatürde de geçer bu, planlarda bunu göz ardı etmemek gerekiyor. Bu nedir? Örneğin, Adalar’da ihtiyaç dahilinde bir şey yapılması gerekiyor ise insanlarla buradaki diğer canlılar arasında bir denge olması gerekiyor. ‘Fauna ve flora’nın da gözetilmesi gerekiyor.
Adalar’ı çok seviyorum ve sık sık gidiyorum çünkü 40 dakikada Ege ya da Akdeniz’deki gibi bir tatil yerine ulaşıyorsunuz. Ancak bu, başta Büyükada olmak üzere Adalar’da müthiş bir popülasyon artışına yol açtı. Şunu daha önce gördük; Boğaz’a ikinci köprü yapıldığında Avrupa yakası, üçüncü yapıldığında da bütün Kuzey Ormanları ve bütün kuzey sahası ciddi anlamda imara açıldı. Örneğin, ikinci köprü yapıldıktan sonraki on sene içerisinde o bölgedeki yapılaşma %80 oranında arttı. Bu yüzden bu koruma kullanma dengesini çok önemseyerek ve çok itinalı bir biçimde ilerlemek gerekiyor. Buradaki imara yönelik planlamaların ranta yönelik olmaması gerekiyor.
Adalar’a geri dönersek, ben burada yaşayan insanların vekaletiyle bu sürece katkıda bulundum. Bu konuda birden fazla dava açıldı tabii ki ve aslında bu davalarda ortaklaştığımız noktalardan biri de şu oldu; o bölgede yaşayan insanların, STK'ların, çeşitli inisiyatiflerin ya da bizzat vatandaşların planlara katılımı söz konusu olmadığında, o insanlar buna tepki gösterir ve itiraz eder çünkü bu planların o çevreye zarar vereceği, imarı açılmayı kolaylaştıracağı ve böylelikle de adada hem nüfus yoğunluğu, hem de araç yoğunluğunun artacağı, yeni imar alanlarının oluşmasının çevreye, havaya ve suya olumsuz anlamda etkileyeceği düşünülür. Nitekim sizin bahsettiğiniz ilk derece süreci sonuçlanan dosyada, bilirkişi iki iş raporlarıyla da, bunun böyle olduğu da ortaya konuldu. Bundan sonraki süreçte, plan tarafında olan idareler bu karara itiraz edecek. Tabii ki de bizde gelişmeleri ciddi anlamda takip edeceğiz. Ama ben karara itiraz ile vakit kaybetmek yerine vatandaşın, bilim insanlarının itiraz sebep ve gerekçelerini bir araya getirerek ortak ve gerçekten koruma amacı taşıyan bir plan yapılmasını öneririm. Böylece itiraz ve istinaf süreçleriyle işin uzaması yerine, gerçekten sorun çözücü bir noktaya kısa sürede gelinebilir.
N.S.: Onur Bey, siz devam edin sonra bir sorum olacak?
O.C.: Sadece bir cümle daha söyleyecektim. Bazı kişilerden, ‘Kötü plan plansızlıktan iyidir’ gibi şeyler duyuyoruz. Plansızlık iyi bir şey değil tabii ki de ama kötü bir planın da hiçbir şekilde olmaması gerekiyor. Plansızlık kötüdür ama kötü plan daha kötüdür bence. O yüzden de bütün paydaşların katılımıyla, bilimi önceleyerek ve koruma statüsünü düşünerek tekrardan bir plan sürecine girilmesi gerektiğini düşünüyorum.
N.S.: Tam da size onu soracaktım aslında. Siz, demin çok katılımlı bir süreç yaşanmadığını ve uzun süre üzerinde çalışılarak hazırlanan planın var olan haliyle sıkıntı yaratacak noktalarının olduğu söylediniz ama şu andan itibaren plansız bir sürece girildiğini ve bunun da tehlikeler barındırdığını söyleyenler var. Siz tabi konunun hukuki yönüyle ilgileniyorsunuz ancak çok uğraştığınız için işin dört tarafını da biliyorsunuzdur diye bu soruyu soruyorum size; bundan sonra çok hızlı bir adım atılması gerekiyor ama bu süreç içerisinde de o plansızlık hali kötü niyetli insanların kullanacağı bir gedik açmayacak mı?
O.C.: Dediğiniz gibi, ben bu konunun uzmanı değilim ama bu konularla o kadar çok iştigal ediyoruz ki ben hep şu espriyi de yaparım: “Her mimar, şehir plancı yarım avukattır; her avukat da yarım şehir plancı ve mimardır.”
Sorunuza cevap verecek olursam; planın, koruma amaçlı Nazım İmar Planı olması tehlikeleri önleyen bir durum çünkü gerçekten doğru bir koruma planı tehlikeleri önler. Plansızlık ise tehlikelere bir zırh görevi görmüyor tabii ki de ama burada daha kötü bir şey daha var; o da kötü bir koruma planı. Burası için de - genel olarak da söylüyorum - bir şeyin koruma planı demek, yasallaşması demek aslında. Bazen bu tip davalarda iş, biraz kayıkçı kavgasına da dönüyor yani ‘İyi mi oldu şimdi plansız kalındı?’ diyenler var. İyi olmadı ama bir diğer yandan da ‘iyi bir plan yapılsaydı plansız kalınmazdı’. Sonuç olarak iptal davası açan mı, yoksa gerçekten Koruma Amaçlı Nazım İmar planı yapamayan mı plansız bırakmıştır?
Aslında herkesin bir yerinden tutarak fiili tarif ediyor. Tekrar şunun altını çizeyim; plansızlık koruma zırhı ortaya koymuyor, bir koruma planı gerekir ama her şeye teknik olarak imkan veren kötü bir koruma planının yasallaşması bence daha beter olurdu.
D.T.: Onur Bey, dünyada eşi benzeri olmayan bir koruma planı çıktı karşımıza. Dört tarafı su diyoruz, deniz diyoruz, kıyı diyoruz ama kıyıları dahil edilmemiş bir plan var karşımızda. Haliyle bu zaten çok kocaman bir başlık. Adalıların da zaten ilk karşı çıkışı bu gerekçeyle oldu. Yani nasıl olur, kıyılar nasıl Ada planlarının içerisinde olmaz?
Ben baştan beri bu katılımcı planlama sürecine katılanlardan biriyim. Benim gibi, Adalardan çok kişi katıldı bu çalışmalara, çalıştaylara. Pandemi zamanıydı ve o zaman haliyle çok fazla zoomlar yapıldı, sonraki süreçte de sahada çalışmalar yapıldı. Evet azdı, yeterli değildi ama yine de şunu söyleyebilirim, orada bizlerle beraber yeterli katılımcı olmasa da çıkan planlar bu planlar değildi zaten yani onlar çok daha bizim onaylayabileceğimiz planlardı. Ama günün sonunda Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı''nın bize gösterdiği plan, kıyıların olmadığı başka bir plandı. Biz, ‘son İstanbul’ diyoruz ve bu plan son İstanbul'u kaybedeceğimiz bir plandı.
Ben size daha halk tipi, somut davacılardan biri olarak bir soru sormak istiyorum; benim de dahil olduğum bu davada bizler neler yapmalıyız yani nasıl bir süreç bekliyor bizi? Bitti mi dememiz lazım, vekaletlerimizi geri mi alıyoruz? Nasıl olacak?
O.C.: Aslında çok kitabın ortasından bir soru sordunuz ve ben de kitabın ortasından bir cevap vereyim. Biliyorsunuz, bakanlığın ismi önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı idi ve her ikisini de berbat etti. Sonra ‘iklim değişikliğini’ eklediler ve onu da mahvedecekler. Anayasamızın ‘Çevrenin korunması’ başlıklı bir maddesi var değil mi? Orada diyor ki, ‘Devlet çevreyi korumakla sorumludur’. Sonra da şöyle devam ediyor madde, ‘Vatandaş için de bu hem bir haktır, hem de bir ödevdir’. Şimdiki İstanbul Baro Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, özellikle bunun altını çizerdi, ‘Devlet için bir görev, vatandaş için hem bir hak, hem de bir ödev’.
Cezalandırmayla ilgili Türk Ceza Kanunu ya da Medeni Kanun’dan tutun özel kanunlara kadar aslında devletin yapması gereken şey şu: Vatandaşa bir iş kalmadan görevini yerine getirmek. Görevini yerine getirmeyenleri görürse, mesela çevreyle ilgili bir sorunu görürse, onu engellemek ve idare hukuku kapsamında ceza kesmek. Buradaki çelişki ise şu: Devlet çevreyi koruması gerekirken, ben çevreyi devletten korumaya çalışıyorum. Bu çelişki, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayanların ortak bir kaderi. Aslolan benim, vatandaş ve devlet de bana hizmet etmek için kurulan bir organizasyon aslında. Anayasa, ‘Çevreyi, havayı, suyu, dereyi, denizi korumak için plan yap’ diyor ama devlet tam zıttını yapıyor. Benim çalıştığım yerde kent suçları, barınma ve daha birçok alanda da biz bunu yaşıyoruz.
Rant politikaları dediğimiz, öznenin insan değil, para olduğu bir düzen yani müteahhit, müteahhitlik hizmetleri, beton, demir... Yassıada herkesin gözünün önünde ne hale geldi. Bu yüzden de ben bakanlığın denizi yok etmesine şaşırmıyorum. Vatandaş olarak biz ne yapmalıyız noktası önemli. Ben on beş yıllık bir avukatım ve biz de artık genç sayılmayacak noktaya geldik ama daha tecrübeli insanlar bilir ki yıllardır her konuyla ilgili olarak tekrar ve tekrar bir mücadele geliştirilmektedir. Dediğim gibi, ortak aklı sunuyorum ve ‘Bu planlar şu şekilde yapılmalıdır’ diyorum ama şunu da çok görüyoruz; mesela, bir yerle ilgili olarak planı iptal ediyorsunuz ama ufak bir değişiklikle aynı plan geri geliyor yani bununla da karşılaşabilirsiniz. Sizi korkutmak ya da birilerini yönlendirmek için söylemiyorum bunu ama olursa da şaşırmam. Sadece parsel numaralarını değiştirip planı tekrardan gönderiyorlar ve o yüzden de sanırım Türkiye'de mücadele hiçbir zaman bitmiyor. Belki de bizi genç ve dinç tutan da bu, bilmiyorum.
O yüzden biz yargı sürecinin kesinleşmesine kadar olan süreci izleceğiz, takip edeceğiz. Bakalım, yeni planlar ya da faaliyetler nasıl bir Truva Atı’nda gelecek. Belki tekrardan yeni davalar olacak - Validebağ’ı andığınız için söylüyorum. Orada, 1999 yılında mücadeleye başladıklarında ben orta ikideydim ama yıllar sonra, 10-12 yıldır avukatlığını yapıyorum. Benim aklıma gelir miydi? Ben Bursa'da doğmuşum, o tarihte orada yaşıyordum ama 25 yıl sonra işin içerisinde oluyorsunuz.
Adalar bağlamında, bu tip konuşmalar yapınca bakanlık tarafından şu tip suçlamalar da geliyor, ‘Politik konuşuşuyorsunuz, politika yapıyorsunuz’. Ben politikanın hayatın tam ortasında olduğunu düşünüyorum. Politik bir nutuk atmayacağım ama bu işin sonu çevreye, doğaya, canlıya, yaşama, hayata saygılı, bunu savunan insanlar iktidar olana kadar ya da bu insanlar çoğalana kadar bizim koruma sürecimiz devam edecek. Adaları Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı biziz aslında, koruyucuları da biziz. Bu yüzden mücadeleye devam etmek lazım. Çok teşekkürler.
N.S.: Biz vaktimizi tamamladık, sizin de aceleniz var zaten, gitmeniz gerekiyor. Dediğiniz gibi, bu süreç devam edecek. Hem mücadele anlamında, hem de gelişmeler anlamında bitmiyor, bitmeyecek.. Biz de bunları konuşmaya devam edeceğiz. Yayınımıza katıldığınız için çok teşekkürler.
O.C.: Ben teşekkür ederim davet ettiğiniz için. Aklınızda bir şey olursa da bu vesileyle yine sorabilirsiniz, yoğun bir tempo arasına sıkışmış olmasın çünkü bizim için sizler de değerlisiniz, konu da çok değerli. Çok teşekkürler.
D.T.: Biz de son İstanbul'u kesinlikle kaybetmeyeceğiz ve şimdi daha iyi ve sağlam bir plan zamanı diyoruz. Dayanışmayla alanları boş bırakmayacağız. Desteğiniz için de çok çok teşekkür ederiz.
O.C.: Her zaman. Son olarak şunu söyleyeyim; sizlere ben de çok teşekkür ederim çünkü Türkiye'de bu işlerin sadece hukuki süreçleri olmuyor maalesef. Bölge halkının sahip çıkmadığı, çoğunlukla sarılmadığı, mücadele etmediği, sayısal çoğunluk ve kamuoyu olmadığı zaman bu tür eylemler çok fazla başarılı olmuyor. O yüzden daha fazla talep etmeliyiz, doğru planları talep etmeliyiz, üzerine çalışıp bunu kamuoyuyla paylaşmalıyız. Bu daha önce de yapıldı, yine yapılmalı.
Bir de şöyle bir şey var; böyle konularda mutlaka yan komşumuzu ya da sokaktaki insanı mücadeleye katmalıyız. Sadece basın açıklaması ya da eylemler yetmiyor. Bu sorunlar hayatımızın içerisinde. Hep şey derler, ‘Büyüme eylemde örgütlenir’. Ben sadece bu konuları konuşurken sosyalleşme ya örgütlenme değil, hayatı paylaşarak örgütlenme taraftarıyım. İnsanların bana hukuki açıdan güvenmeleri, hukuki yön dışında çocuklarının eğitimleriyle, hayatlarıyla ilgili sorunlarıyla da ilgilenmemden de kaynaklanıyor. Mücadele hep birlikte büyütelim, sayılalım.
D.T.: Çok teşekkürler. Bugün konuğumuz Avukat Onur Cingil idi. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. ‘Adalar hepimizin’ diyerek programımızı bitirelim.
O.C.: Görüşmek üzere, iyi yayınlar.
N.S.: Hoşça kalın.